Tuesday, December 3, 2013

üzüm?


“Annenin sürekli üzüm yemesi sana kendini nasıl hissettiriyor?” diye sordum. “Devasa bir pekmezin içinde yaşamak gibi.” dedi yorgun gözlerle. Dudağının kenarını ısırmış, ayağının tek bir titremesiyle havada saniyelerce serbest salınan ayakkabı bağcıklarını izliyordu. Ben de izliyordum. Tüm serbest salınımlar bir itici güç ile başlamak zorundaysa buna serbest demek ne kadar doğru olur diye düşünürken, gözlerine baktım. Birer üzüm tanesini andırıyorlardı. İçimden onları yemek geldi. Büyük bir ihtimalle bunu ona söylemek için hiç de uygun bir an değildi. Çok hisliydi, canım.

Şu an sadece ayakkabı bağcığı izlemek için uygun bir andı. Acaba bu evrende yaşanan ve yaşanacak olan sonsuz anların içinde, aynı siyah bağcığın kelebekler gibi uçuşmasını çocuksu bir heyecanla izleyen yegane kişiler olarak tam da şuanda, burada varoluşuyor olmamız bizi birbirimize görünmez bağlarla kenetliyor muydu yoksa her geçen dakika daha mı çok sıkılıyorduk? İlişkimiz mi monotonlaşmıştı? Bunu anlamakta zorlanıyordum. Eğer büyülü bir an değil, ikinci seçenek geçerliyse kalkıp bulaşıkları yıkamayı veya en azından bulaşık leğeninde kendimi boğmayı tercih ederdim. Fakat herhangi bir durumda karar mekanizmalarının çalışmaya başlayabilmesi için bana o kadar az veri geliyordu ki, benim dışımda dünyadaki hemen herkesin yalapşap yaşadığını düşünüp çok sinirlendim. Yaşamayı gerçekten ciddiye alanlar olsa olsa benim gibi, minimum eylemle maksimum hayat idealini benimsemiş mütevazı insanlar olmalıydı. Oysa çoğunluk, sanki yaşamak çok doğal, çok kolay bir eylemmiş gibi rahatlıkla gülüp eğleniyorlardı. Her şeye verilecek seviyesiz cevapları vardı, hareketleri maymunlar gibi içgüdüsel bir akıcılıktaydı. Herkesin benden daha gerizekalı olduğu bu dünyada yaşamak zorunda kalmak beni öfke nöbetlerine sokuyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi beş buçuk saattir bağcık izlemekten içim şişmişti ama hayvanoğluhayvan hala dudaklarını kemirip ayaklarını sallıyor ve annesinin evrensel normlara uymayan beslenme biçimi yüzünden boktan dramalar yaratıp, içi boş bir kurban rolüne bürünüyordu. Ah, artık o kadar dolmuştum ki dayanamayıp hızla ayağa fırladım. Onun o üzgünlükten sarkmış gibi duran cibiliyetsiz yakasına sarılıp, fare gibi kemirdiği dudaklarına okkalı tokadı bastım. Anlamsızca sarı ayakkabılarını tekmeledim, bağcıklarını kopartıp ağzına doluşturdum. Yine de sinirim yatışmamıştı. Koşarak mutfağa gidip getirdiğim kasenin içindeki üzüm tanelerini makinalı tüfek gibi üzerine yağdırmaya başladım. Neye uğradığını şaşıran suratına üzüm üzerine üzüm yapıştırırken bir yandan da “Pekmez hayatın gerçeği! Pekmez hayatın gerçeği!” diye haykırıyordum.

Tabii bütün bunlar sadece hayalimde olmuştu. Aslında hala aynı koltukta oturmuş, aynı bağcıklara bakıyordum ve kendimi bir metronom kadar serbest hissediyordum.

Tuesday, March 20, 2012

There is a fire on the basement

Bilgilerin beyinden hiçbir zaman tam olarak silinmediği kanıtlandı. Ölmeyen hafızalarımın anlık uyanışıyla şöyle bir cümle hatırladık: I know why it is caged, so i don't know why i'm enraged*

*Violent femmes- living a lie

Thursday, March 15, 2012

wonder milky bitch

seksendokuzuncu kez wonder milky bitch dinleyişim.

she came to me with her muddy boots,she destroy all my carpets. tasting,touching,swallowing me, drinking me like bloody mary

http://innermuzik.blogspot.com/2012/03/wonder-milky-bitch.html

akıl sağlığıma çok güvenin

benim akıl sağlığıma güvenmek de nereden çıktı? nereden çıktı benim akıl sağlığıma güvenmek? akıl sağlığıma güvenmek benim, nereden çıktı? sağlığıma güvenmek aklımın? benim akıl sağlığıma. akıl. sağlık. ben.

diyelim ki delirdim aniden. belki deliricem aniden. aniden delirdim diyelim ki. tut ki delirdim. bayağı kafayı yedim, böyle zıvanadan çıktım. çok fena delirsem mesela. olamaz mı yani? kim diyebilir ki aniden delirmiycek bu kız? akıl sağlığına çok güveniyoruz, kesinlikle delirmeyecek. nereden çıkıyor bu garip fikirler? neye dayanıyor mesela? böyle bir çıkarım tümdengelim mi oluyor? tümevarım mı oluyor? ne oluyor? ne oluyoruz acaba? neden hepimiz gidip güzelce bir akıl hastanesine yatmıyoruz ki? efendi gibi gidip yatalım mı akıl hastanesine? hadi yatalım. hadi bakalım. hop.

Saturday, March 10, 2012

Canım günlük

Bir dakikadır günlüğüm olmasının tarif edilemez hazzını yaşıyorum. Sana neler neler yazacağım fikri bile beni sevinçten öldürecek.Günlüğüm,canım benim.

Daha önce de belirttiğim gibi 2 saat geçti ama ben uyuyamadım çünkü kafama şöyle bir soru takıldı:Acaba twitter, soulseek'in çocuğu mu? Cikcikse aynı cikcik,maviyse aynı mavi,o kanatlar felan. Toparlak tivitırı bilemiyorum ama soulseeki çok seviyorum, orası kesin.Eğer akrabalarsa bilelim lütfen.

Neyse işte, ben bunu düşünürken hava da çok ısınmış.Belki beynimi kalorifere yasladığım içindir ama eşufmanımın içinde bacaklarım terlemiş.Eşufman derken kendimi öpmek istiyorum. Eşufman. Eşufman.

Acaba keşke günlüğüm olmasa mıydı?Şu an biraz şüpheye düşer gibi oldum.

Biraz daha uyumaya çalışıyım ben ama önceden uyarıyorum seni, aklımda şöyle bir görüntü var: Bahçeli,süngerbob, ben rakı içiyoruz. Ben süngerbobun 4 olduğu konusunda ateşli bir demeç veriyorum.

Aklım sana emanet günlüksüt.

Günlük

Günaydın gözüm,

İki saat geçti ama ben uyuyamadım.Sana gözüm diyorum diye bozulmuyorsun değil mi?

Sevgili bilok, aslında sana şunu itiraf etmek için meşgul ediyorum bu güzide kurumu:Benim hiç günlüğüm olmadı. İnanılır gibi değil,inanılmaz gibi.Evet.

Öyle günler oluyor ki 35 yaşındaki adamların günlüğü olduğunu öğreniyorum,öyle günler oluyor ki tanıdığım herkesin defter aralarında gül yaprakları kuruttuğunu öğreniyorum.Peki ya sevgili bilok sorarım sana: Benim neden bir günlüğüm yok?

Sevgili bilok, benim günlüğüm olur musun? Hayatımın en derin ve gizli kalmış sırlarını sana yazabilir miyim? Sana itiraf edeceklerim aramızda kalabilir mi?

Olduysan başlayalım...

Tuesday, March 6, 2012

Ben olmak ne kadar zor bilemezsiniz

Hafızalarına kurt düşmüş insanlara çok imreniyorum. Beynimde bir kurt olsaydı keşke. Kemirilmesi gereken bir sürü yer var. Buradan bütün kurtlara sesleniyorum, başımın üstünde yeriniz var. [Deyimler doğru yerlerde kullanılsın istiyorum.]

1 Ekim Cumartesi günü güneşin sol taraftan, sol koluma doğru iniş yaptığını hatırlıyorum. Omuzdan aşağısı zenci olan o kol, keşke yandığı yerden kopup düşseydi. Bugünleri göremeseydi.

Sonra canım sıkıldı, vapura bindim. Denize baktım. Şarkı söyledim bağırarak. Çünkü İstanbul’da bu mevsimde vapurun açığında oturan yegane manyak benim, bağırarak şarkı söyleme lüksüm var. Sonra birisi geldi ama, neyse ki performansım bitmişti. Gazete vardı iki koltuk ileride. Utanmazın birisi bırakıp gitmiş. Sinirim bozuldu. İttiremedim, kaldırıp çöpe atamadım. Tüm rahatım bozuldu.

Sonra gene canım sıkıldı, bara girdim. Tek kişi misiniz dediler. Çok kişiye mi benziyorum acaba? İlk görüşte anlaşılıyor mu? Is she weird çalıyordu, tvde de depeche mode vardı. Eee eve mi gitseydim o zaman? Sonra bana çerez verdiler. Fıstık vardı içinde, yememeye özen gösterdim ama yine de yemişim biraz.

11 Ağustos’ta vesairenin doğru yerde kullanıldığında ne kadar kötü bir kelime olduğunu öğrendim,mikroskoba kustum.

Sonra barda oturuyorduk onunla, ikimiz de duvara bakıyormuşuz meğersem. Koca barda duvara bakarak oturan iki kişiyiz. Ben dedim ki sakın bakma arkana. Hemen baktı tabii ki. Vişne suyu içtim koca bir bardak. Sonra barışmanço yanımıza gelmez umarım, bizimle konuşmaz dedim. Tabii ki konuştu. Dışarıda yağmur yağıyor dedi. Böyle o yüzüklü yüzüklü parmaklarını oynattı, ağır çekimde dalgandı elleri. Çok korktum ben, kendimizi dışarı attık. Saat sabahın dördüydü, yağmur yağıyordu, aylardan ağustostu ama yıllardan Cuma mıydı neydi?

18 Ağustos’ta kolumdaki mavi saati çıkarıp attım. O günden beridir saat takmıyorum. Günlerden 1999, bir öğle vaktiydi.

Uyandım sonra sabah, beynim gene iki kanaldan yayın yapıyordu. Bir kulağımda requiem çalarken bir kulağımda ise Edi-do de rubber duck.

Requiem , sequentia tuba mirum’un ortasından tam da şu kısımdan başladı:

Judex ergo cum sedebit
quidquid latet apparebit,
nil inultum remanebit.

Türkçesi de şöyle bir şey : Amma velakin yargıç yerini alınca, gizli olan ne varsa ortaya çıkacak, hiçbir şey cezasız kalmayacak.

Do de rubber duck’ın ise tam şu kısmı:

Duck, rubber duck, duck, rubber duck, rubber duck,
Duck, rubber duck, rubber duck, duck
Don't get soap in your eye
When you do de rubber duck!
'Cause that'll make you cry
When you do de rubber duck!

Bu ikisi arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Ortaya şu çıktı: Homo sum, humani nihil a me alienum puto. [Madem ki insanım, hiçbir insan alien değildir bana]