Saturday, November 29, 2008

i'm not uncomfortable feeling weird

“Mum ışığının gözlerimizdeki parıltıya karıştığı gibi birayla rakının da midemizde karıştığı bir geceydi bu. O konudan bu konuya kızgın sulardan serin kumlara atlar gibi atlıyorduk. Kalbimiz rinso beyazlığı gibi temizce,bakışlarımız masum bir çocuğunki gibi kerizceydi.”



Üzerinde otomasyon ve kontrol yazan bir defterin içinde böyle cümlelerin yer almasına ironik hatta sarkastik bile denebilirdi. Neyse ki biz böyle “ikircikli” kelimler kullanan insanlar değildik hamdolsun.

Bu cumartesi günü güneş hiç doğmamıştı. Sanki gece çok uzun sürecek gibi bir hissiyata kapılmıştım. Kariyerime uyuşturucu bağımlısı olarak tamamlamak istemediğimden alkolik olmuştum.

Violent femmes’e bayılıyordum ve komşuların da bayıldığına emindim. Camlar patlamak üzereydi ama henüz kapımıza kimse dayanmamıştı. Ev alma komşu al diye boşuna dememişlerdi.

situation gets rough then i start to panic!!!

Friday, November 14, 2008

may the force be with you...

Belki de uyanmışsındır. Belki de bugün kasım ayının en güzel günüdür ve sen pencereden bile bakmamışsındır henüz. Telefon sapığın 2008 yılı için yeterince derin olmadığını düşünüyordur nedensiz. Belki bugün dışarı çıkamayacaksındır. Belki en serseri arkadaşın ülkeyi terk etmiştir. Belki de bu kadar umursamaz olmamalısın diyenlere tam beş dakika boyunca hak vermişsindir ve yorganı tekrar üzerine çekmişsindir…

So feel my pulse
There's something there
You feel my pulse
I'm sick with it
Sick with it
Sick with it
Start to feel
Start to feel
Feel...

Thursday, April 17, 2008

my eyes have seen you,free from disguise


Elimizde şişeler, dansediyorduk. Başım çok dönmüş olacak ki düşüp kafamı da küllüğe sokmuşum. Burnuma kaçtı küller, hapşırdım. Tam o sırada morisson kayboldu ortalıktan. Bir an acaba hayal mi görmüşüm diye şüphelendim. Gittim baktım her yere,sonunda yatak odasında sızmış olarak buldum kendisini. Ayakkabılarıyla yatağa girmesine biraz bozulduysam da ses çıkarmadım. Ne de olsa o bir rockstardı.
Salona gittim bir sigara yaktım. Geçen hafta sigarayı bininci kez bırakmamış mıydım? Bir kutu bira bu kadar çabuk bitebilir miydi? Morisson’ın bizde ne işi vardı? Babam böyle pasta yapmayı nerede öğrenmişti? Bütün bu sorulara bir cevap arıyordum.

Bu gece Morisson’ın götüne koca bir tekme atıp karşı komşuyla içmek istedim. Oynayacak bir oyunumuz kalmamıştı. Geriye kalan tek anlamlı şey bir tekme oluyordu ve o tekme ayağımın ucundaydı. Sadece bir tepik uzaklıktaydı.Ama atamıyordum. Aklımdan da atamıyordum. Kusmak istiyordum. Evden çıktım.
Kudurmuş bir haldeydim. Ne yaşamak istediğimi hiç bilmiyordum ama çok feci sinirliydim. Bir yere uzanmak istedim. Geri dönecektim, anahtarım yoktu. Bir deve kadar yalnızdım..

Saturday, March 8, 2008

Çarpışma

Yeni bir güne başladığımız şu saatlerde yazgan şarabın son yudumlarıyla vedalaşıyor ve kimseyle muhattap olmadan yatmayı planlıyorum. Ama yatamıyorum çünkü elimdeki büyüteç bana bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor. Ve eğer dünyanın herhangi bir yerinde klavyesinin üzerindeki tozlara bakıp benim kadar şaşıran bir insan varsa onunla hemen evlenmek istiyorum. Büyüteçle yaptığım derin incelemeden sonra en tozlu tuşun f 7 olduğuna karar veriyorum. En karizmatik harfin de “K” olduğu sonucuna varıyorum. Üzerimden bir yük kalkıyor resmen. Hepinizi çok seviyorum.

Saturday, February 2, 2008

İz

Dolabımı sildikten sonra üzerinde bir iz kalmış.Tam yattığım yerden bu izi görüyorum. İlk başlarda elini gökyüzüne uzatmış,kelebek yakalayan bir insana benzetiyordum.Şimdi ise ağzını havaya açmış annesinden yemek bekleyen bir kuş yavrusu olduğuna karar verme eğilimindeyim.Günlerdir yemiyorum içmiyorum hep bunu düşünüyorum.Zaman zaman da başaşağı bir balığa dönüşmüyor değil hani. Büyük ihtimalle de bir yunus.Bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Üçüncü yataktan kalmadığım günün öğleninde ev doktorlarla doluyor. Hemşireler bana bakıyor.Biri mideme bir hortum bağlıyor.Hemşire hanımdan rica ediyorum bana bir de sonda takıyor. Sanırım onlarla tek iletişimim bu oluyor.Artık yemek ve işemek sorunu ortadan kalktığına göre kafamı tamamiyle ize verebilirim. Arasıra nereye baktığımı anlayıp dolabı silecekler diye ödüm kopuyor. Soluksuz kalıyorum.Tek tesellim kimsenin bu tarz bir evde böyle bir lekeyi fark etmesine olanak olmaması.
Gece olunca ışığımı söndürüyorlar. Neyse ki her ihtimale karşı el fenerim yastığımın altında. Her gün bana iğne yapan erkek hemşirenin kolları çok güzel.Odam hastaneye dönüşmüş. Bir de sarı saçlı bayan hemşire var, ağzını aptalca oynatarak bir takım sesler çıkarırken kafasını tam dolabtaki lekenin üzerine koyuyor. Bir haftadır hiçbir yaşam belirtisi göstermeyen ben bir anda yanımdaki alkol dolu şişeyi kaptığım gibi hemşireye fırlatıyorum.Hemşire çevik,şişeden kaçıyor.Alkol şişesi dolapta tam izin üzerinde patlarken hayatım bir sır perdesiyle daha sonsuza kadar örtülüyor.

What a shame mary jane

Bugün dışarı çıktım,Hava kararmıştı.Kar yağıyordu.Bere takmamıştım.İçimde nedeni henüz bilinmeyen bir neşe vardı.Sanki Paris’te bir noel akşamıydı ve ben hayatımın aşkıyla felan karşılaşıcaktım az sonra.Üstüm kardan bembeyaz olmuştu. Hayat da ne güzeldi be kardeşim…Tam kilisenin önünde içen çocuklara mutlu Noeller dileyecektim ki bir anda yerden yavaş yavaş alçaldığımı hissetmem üzere fark ettim ki öküz gibi bir çamur tabakasının içine girmişim. Burayı ne zaman kazdınız be canım hahaha deyip tam bataklıktan kurtulduğum sırada kocaman bir araba üzerime gelmeye başladı.Kendimi son anda yolun kenarına atıp ezilmekten kurtuldum ama arabanın sıçrattığı çamurla ıslanmaktan kurtulamadım.Bir Paris rüyası böylece İstanbul kabusuna ani bir dönüş yapmıştı.Adapte olamayınca sinirlendim.Döndüm kilisenin önündekilere küfrettim.Zaten aylardan Ocak’tı.Noel geçeli çok olmuştu ve burası Kadıköydü.Kadıköy ‘ de küfretmek ayıp değildi.