Friday, October 29, 2010

You're so pretty



Sıcak veya soğuk olmayan bu Kadıköy sabahında hava güneşli ya da bulutlu değildi. Uyandığımda herhangi bir hisse sahip değildim. Kedileri besledim, kendimi besledim. Bir gün öncesinin kıyafetleriyle kendimi sokağa bıraktım. Her gün aynı sokaklardan gitmeye alışmış olan ayaklarım başka sokaklar denemeyi reddediyordu. Geç kalıyor olduğum için daha kısa yollar bulmak istiyordum ama nedense hiç acelem yoktu.Her sokakta belli saatlerde belli yerlerde bulunan insanlar ve köpekler vardı ve ben hepsini ezbere biliyordum. Kulağımda yükselen müzik çok güzeldi ama ben coşkusunu algılayamıyordum. Keşke mutlu olsaydım diye düşündüm. Bu şarkıyla kendimden geçebilecek olma ihtimalim beni sinir etmişti.Adımlarım ve nefesim hızlanmıştı, soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Hissizliğe uygun bir şekilde örülmüş saçlarım bu ani duygu değişimine adapte olamayıp sağdan soldan dağılıyordu.Gittikkçe kuduruyor, dişlerimi sıkıyordum. Kendi kendime küfredip yokuş aşağı koştururken daha önce hiç görmediğim bir sokak köpeğinin varlığı dikkatimi çekti.Garip bir şekilde tanıdık geliyordu. İlk üç dakikalık bakışmamızdan sonra fark ettim ki bu cici, sevimli köpek o kocaman kafası ve salyalı ağzıyla, gözlerini açıp kapatışıyla, her şeyiyle aynı sana benziyordu sevgilim. Kafası yana eğik,tam gözlerimin içine bakarak dedi ki; "herkesin kendi sevgilisini öptüğü bir dünya da yaşamak ne kadar güzel ve rahat"......

.......gözlerimi hastanede açtığımda kolumda diş izleri, kıçımda ise kuduz iğnelerinin ağrısı vardı.Hemşireye köpeğin durumunu sordum. Zor kurtulduğunu ama iyileşeceğini söyledi. Benim durumumsa artık düzelecek gibi değildi.